Makale
İbrahim (as)’in Kuşları
-Kuşun sana alışması, yaratmanın en özel çeşitlerindendir-
İbrahim (as) ve kuşlarına gelinceye kadar Bakara suresinin anlam dünyasının kendisini belli eden bir düzen içerisinde ilerlediği görülür.(1) Bakara suresi, vahyin rehberliğine vurgu yaparak başlar. Kendisinden asla şüphe edilmeyen bu kitap, inanan ve kötülüklerden sakınıp iyilik yapmak isteyen (takva sahibi) kişiler için bir rehberdir. Bu rehberliğin özeti şu şekilde verilir:
Bu kitap, korunmak isteyenleri doÄŸru yola iletmesi konusunda kendisinde şüphe bulunmayan gerçek bir rehberdir. Bu rehberlikle ancak gayba iman eden, namaz kılan ve sahip olduklarını infak edenler kurtulacaktır. Zira onlar, vahyin gelmiÅŸ geçmiÅŸ bütün örneklerine saygı duyar ve ahiretin varlığına yakinen/gerçekten inanırlar. Ä°ÅŸte Rablerinin gösterdiÄŸi yolda yürüyen de umduklarına erecek kiÅŸiler de bunlardır. Bakara suresinde ilk beÅŸ ayetin anlamı bu özeti verir. Bu mana, son iki ayette de yaklaşık olarak tekrarlanır. (2) Ve sonunda sure, ÅŸu dua cümleleri ile biter: “Ve günahlarımızı affet, bizi bağışla ve rahmetini yaÄŸdır üstümüze! Sen Yüce Mevlamızsın, hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et!” (3) Böylece bütün bir surenin, hakikat arayışı ve mücadelesi/savunması için gerekli olan donanımla ilgili olduÄŸu açıkça ilan edilir.
Bakara suresinin içinde, üzerinde fikir beyan edilebilecek veya insana gerçekleri birebir gösterecek yüzlerce öğüt bulunabilir. Bu ayrıntılar dışında, genel hatları itibariyle bakıldığında surede müminler için hayati öneme sahip bir çerçeve çizildiÄŸi görülür. Bu çerçeve, özellikle geçmiÅŸ vahyin izleyicilerini, yani Ehl-i Kitab’ı da içinde barındırır. Onlara defalarca verilen destek ve yardımlardan bahsedilir. Ä°ÅŸledikleri suçların affedilmesinden, peygamberlerini öldürme teÅŸebbüslerine raÄŸmen tekrar tekrar nasıl vahye muhatap kılındıklarından söz edilir. Ve vahye muhatap kılındıkları bu dönemlerde, çevrelerinde bulunan herkese karşı bir üstünlük elde ettikleri hatırlatılır. Fakat onlar, her seferinde isyan etmiÅŸ, kendi arzularının sınır tanımayan isteklerini vahyin rehberliÄŸine tercih etmiÅŸlerdir. Gönderilen son peygamberi de kabul etmemektedirler. Hâlbuki geçmiÅŸte vahyin izleyicisi olmaları hasebiyle O’nun söylediklerinin gerçekten Allah’ın ayetleri olduÄŸu konusunda yeterince bilgiye ve tecrübeye sahiptirler. Ne yazık ki kıskançlıkları onları tuÄŸyana sürüklemekte ve gerçeÄŸi kabul etmeye bir türlü yanaÅŸmamaktadırlar. (4)
Âdem (as)’den beri devam eden süreçte asıl mesele, vahyin rehberliÄŸinden ayrılmamaktır. Buna raÄŸmen Ehl-i Kitap, ilahi kelamın bir kısmına inanıyor, diÄŸer kısmını inkâr ediyormuÅŸ gibi davranmaktadır. Onların çeliÅŸkili ve tutarsız tavırları, son Peygamber (sav) ile olan iliÅŸkilerinde de geçerlidir. Bir zamanlar Süleyman (as)’ın hükümdarlığını büyüyle ele geçirdiÄŸini söyleyenler, aynı ÅŸeyi ÅŸimdi Muhammed (sav)’e söylemektedirler. Oysa elçiye karşı çıkarak satın alabilecekleri deÄŸerli hiçbir ÅŸey yoktur. Hakikatten yüz çevirip karşılığında ruhlarını sattıkları her ne varsa bunlar, onları korkunç bir azaba sürüklemektedir.
Ehl-i Kitab’ın hakikati bir türlü kabul etmeyen bu anlaşılmaz tavırları yüzünden artık kıble deÄŸiÅŸmeli ve inananların zihninde ve gönlünde tahrif olmamış temiz bir din anlayışı hâkim olmalıdır. Aksi hâlde onların izinden giden herkesi saptırmaya devam edeceklerdir. Bir ÅŸeyi Allah’tan veya gerçeÄŸin bizzat kendisinden daha deÄŸerli görmek nasıl mümkün olabilir ki? Elbette kiÅŸinin kendi arzu ve hevesini Allah gibi sevmesi ya da birilerinin peÅŸinden körü körüne gitmesi kabul edilemez. Bu anlamda atalara ve geçmiÅŸe saygı duymakla onlara/ona tabi olmak arasındaki önemli farka da dikkat edilmesi gerekmektedir.
İnsanlar arasındaki ilişki ve özellikle yöneten-yönetilen ilişkisi, çoban ile koyunları arasındaki münasebetten farklı olmalıdır. Oysa inkâra şartlanmış olanların durumu, çobanın haykırışını işiten ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; zira akıllarını kullanmazlar. (5)
İbrahim (as) ile ilgili örnekler de yine Ehl-i Kitab içinde aklı başında kimseler kaldıysa onları ikna etmek ve tarih boyunca değişmeyen gerçekleri onun dilinden bir kez daha ifade etmek için gündeme getirilir. (6) Buna göre vahyin taşıdığı ve tarih boyunca değişmeyen gerçek şudur:
“Ey imana ermiÅŸ olanlar! Size rızk olarak saÄŸladığımız iyi ÅŸeylerden nasiplenin ve Allah’a şükredin, eÄŸer gerçekten O’na kulluk ediyorsanız.” (7)
Bu ayet, kulluÄŸun Allah’a şükretmekle gerçekleÅŸtiÄŸine dair hârikulâde bir ölçü koyar. Yiyip içmek ve şükretmek insan yaÅŸamının çok önemli bir parçasıdır. Bu anlamda bütün insanlar yiyip içmeli ve şükretmelidir. Sadece Allah’a kulluk etmek, herkesin O’nun rızık olarak yarattığı ÅŸeylerden yemesi ve şükretmesine imkân tanımak demektir. Burada kulluÄŸun şükretme ÅŸartına baÄŸlanması, herkes adına yaÅŸam hakkı, yani adalet istemektir. BaÅŸka bir ifade ile eÄŸer bir yerde gerçekten Allah’a kulluk ediliyorsa orada herkesin karnını doyurabilmesi ve şükredebilmesi gerekir. Ahiret, hesap, cennet ve cehennem gibi vahyin bütün ana temaları bu gerçek için seferber edilir.
Bütün insanlık, bir zamanlar tek bir topluluktu. İhtilafa düşmeye başladıklarında Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler göndermiş ve onlar aracılığıyla hakikati ortaya sermiştir. Fakat kendilerine hakikatin bütün kanıtları geldikten sonra bile, aralarındaki kıskançlıktan dolayı ihtilafa düşenler, bizzat vahyin tevdi edildiği Kitap Ehli olmuştur. (8) Ne yazık ki onlar, hayattan herkes kadar bir avuç su içmeleri gerekirken daha fazlasını talep ederler. (9) Fakat kana kana su içenler, başkalarını düşünmek, gerçeği savunmak ve bu uğurda bedel ödemek istemeyeceklerdir. Bu nedenle pazarlığın, dostluğun ve şefaatin, yani hiçbir yardımın geçerli olmayacağı hesap günü zalim olarak niteleneceklerdir.
Dinde hiçbir ÅŸekilde zorlama yoktur. Artık doÄŸru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır: O hâlde, kiÅŸiyi yoldan çıkaran her türlü ÅŸeytani gücü, yani taÄŸutu reddetmek gerekir. (10) TaÄŸutlar, insanları aydınlıktan karanlıklara götürürler. ÖrneÄŸin Nemrut böyle biridir. Kendisine hükümdarlık bağışlandığı hâlde buna şükretmeyip Allah hakkında ileri geri konuÅŸmaktadır. (11) Ä°brahim (as), ‘Rabbim hayat veren ve öldürendir!’ dediÄŸinde; ‘Hayat veren de öldüren de benim.’ der. (12) Ä°brahim (as), ‘Allah güneÅŸi doÄŸudan doÄŸdurur; öyleyse sen de batıdan doÄŸdur bakalım!’ dediÄŸinde ise kâfir, afallayıp kalır. (13)
Bu soru-cevap kısmı çok önemlidir. Çünkü devam eden ayetler, bu soruların cevapları niteliÄŸinde gelir. Nemrut’un ilk cevabı, yani inkârı, öldüren ve diriltenin kendisi olduÄŸuna dairdir. Bu söz, insan yaÅŸamında bir deÄŸer ve anlam ifade eden bütün etkilerin, yine insan eliyle meydana geldiÄŸini dile getirir. Allah’ı hayatın dışında bırakır. Nemrut’un ‘Hayat veren de öldüren de benim.’ sözüyle ne kastettiÄŸi, devamında ÅŸu ayetle açıklığa kavuÅŸur:
“Yoksa (ey insanoÄŸlu, sen,) halkının terk ettiÄŸi, çatıları yıkılıp harap olmuÅŸ (virane) bir kasabadan geçen (ve): ‘Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltebilirmiÅŸ?’ diyen o kiÅŸi (ile aynı fikirde) misin? Bunun üzerine Allah, onu yüzyıl süre ile ölü bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek sormuÅŸtu: ‘Bu hâlde ne kadar kaldın?’ O da: ‘Bu hâlde bir gün veya bir günden biraz daha az bir süre kaldım.’ diye cevap vermiÅŸti. (Allah): ‘Hayır.’ dedi, ‘bu hâlde bir yüzyıl kaldın! YiyeceÄŸine ve içeceÄŸine bak -geçen yıllar onları bozmamış- ve eÅŸeÄŸine bak! (Biz bütün bunları) insanlara bir ibret olman için (yaptık). Birde ÅŸu (insanların ve hayvanların) kemiklerine bak -onları nasıl birleÅŸtirip et ile örttüğümüzü düşün!’ (Bütün bunlar) ona açıklanınca, ‘(Åžimdi) öğrendim ki’ dedi, ‘Allah her ÅŸeye kadirdir!’ ” (14)
Bu ayet, sönmüş veya yok olmuÅŸ bir ülkenin, kültürün veya bir medeniyetin tekrar nasıl ayaÄŸa kalktığını anlatır. Herkes bunun gibi yıkılmış enkazlar üzerinde tekrar hayat bulan pek çok örnek hatırlayabilir. Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde insanların yaptığı, inÅŸa ettiÄŸi, yeniden üretip hayata kattığı bütün araç gerecin bilgisi, Allah’ın onlara sunduÄŸu bir nimet gözüyle bakılır. (15) Yani geliÅŸmenin her türü, Allah’ın verdiÄŸi imkânlarla gerçekleÅŸir. Yeryüzünü kullanışlı bir ÅŸekilde insana musahhar kılan O’dur. EÄŸer O vermeseydi, insanlar hiçbir konuda geliÅŸmeye ve ilerlemeye yaklaÅŸamazlardı. (16) Fakat Nemrut bunu kabul etmez ve yaÅŸama dair bütün güçlerin kendi insiyatifinde bulunduÄŸunu söyler. Bu yaklaşımın içinde, yönetici olmanın verdiÄŸi bir belirleyicilik vardır. Hayata dair alınan bütün kararlarda insanın tartışmasız belirleyiciliÄŸi söz konusudur. Ancak bunun altında yatan sâikler dikkate alındığında kaynağı beÅŸerî olan bu kararların, yaratmayı ve meydana getirmeyi asla beceremeyen basit bir yönlendirmeden veya kuru bir sözden ibaret kaldığı açıktır. Yüzyıl önce ölü olan ama sonra tekrar inÅŸa edilen memleket örneÄŸi, yaÅŸatan, yaratan, inÅŸa eden Rabb’in bilgisi ve iznini konuya dâhil eder. Yeryüzündeki bütün geliÅŸmeler, Allah’ın bilgisi dâhilinde ve izniyle gerçekleÅŸir. (17) Maalesef Nemrut gibi pek çok insan bu tür bir ilerlemenin Allah’ın elinden çıktığını, yani O’nun saÄŸladığı imkânlarla meydana geldiÄŸini kabul etmemektedir. (18)
Buradaki en önemli konu, en geniÅŸ anlamıyla öldüren ve diriltenin kim olduÄŸudur. Öldüren ve dirilten elbette Allah’tır. Ä°nsanları, yaratan ve onlara hayat veren ve yine onları öldüren odur.
Allah’ın yaÅŸatması ve öldürmesi, âlemdeki bütün ölçüleri belirlemesi anlamındadır. Bu yaklaşım, insanları eÅŸit kılar. Yani hiç kimse bir baÅŸkasına “Seni yaÅŸatan benim.” diyemez. Aynı ÅŸekilde “Öldüren benim.” de diyemez. YaÅŸamak ve zamanı geldiÄŸinde ölmek bir haktır. BilindiÄŸi gibi insanca yaÅŸamanın asgari ÅŸartları vardır. Bu ÅŸartlar herkesin doÄŸuÅŸtan elde ettiÄŸi haklarından sayılır. Bu yüzden hiç kimse bu ÅŸartları kendi elinde bulunduramaz. Bunlarla güç kazanıp onları kendisine itaat edilmesi açısından ÅŸantaj vesilesi yapamaz. Bu vasıflar, sembolik olarak dahi olsa Nemrut gibi birilerinin ÅŸahsında sermaye ve iktidarı, yani gücü elinde bulunduranlara ait kılınırsa facia meydana gelir. KiÅŸilerin merhametine terk edilen konular, yeryüzünü ıslah etmeye yetmemiÅŸtir ve yetmez. Dolayısıyla Ä°brahim (as)’in tartıştığı ve savunduÄŸu hususlar, hayati öneme sahip kiÅŸi hak ve özgürlüklerini kapsayan temel konulardır. Bu anlamda Nemrut, ben de yaÅŸatır ve öldürürüm, yani benim için yaÅŸayıp benim için öleceksiniz.” dediÄŸinde, Ä°brahim (as) “Allah, hayat verir ve öldürür.” demiÅŸ ve böylece “Kimse bizim yaÅŸama ve günü geldiÄŸinde kendi yatağında ölme hakkımızı elimizden alamaz.” demek istemiÅŸtir. DoÄŸrusu müstekbir insanlar ve onların yol açtığı zulümler olmasa herkesin kendi yatağında ölmesi de bir nimettir. (19)
Nemrut’un cevap veremediÄŸi ikinci soru da baÅŸka bir gerçeÄŸi dile getirir. Ä°brahim (as)’in “Allah, güneÅŸi doÄŸudan doÄŸdurur.” ifadesi, doÄŸal olan her ÅŸey bütünüyle Allah’ın eseridir, demektir. Her ÅŸeyin tabiatı ve özelliÄŸi, mükemmel bir yaratıcının tasarrufuna iÅŸaret eder. GüneÅŸin doÄŸması, çiçeklerin açması gibi tabiatta bulunan her ÅŸeyde uyumlu ve ölçülü bir iÅŸleyiÅŸ hâkimdir. EÅŸyadaki doÄŸal yaÅŸam süreci, Allah’ın yaratmasındaki eÅŸsizliÄŸe delâlet eder. Bu benzersiz yaratışın tam merkezinde insan vardır ve her ÅŸey onun faydalanmasına uygun hâle getirilmiÅŸtir. Yani tabiattaki ölçü, yaratılışta belli bir amaç gözetildiÄŸine iÅŸaret etmektedir. Nemrut’un cevap veremediÄŸi ikinci sorunun bu yönü, Ä°brahim’in kuÅŸlarıyla açıklığa kavuÅŸturulmaktadır.
“Hani Ä°brahim, ‘Ey Rabbim! Ölüye nasıl hayat verdiÄŸini bana göster!’ demiÅŸti. O da, ‘Yoksa inancın yok mu?’ diye sormuÅŸtu. (Ä°brahim) cevap vermiÅŸti: ‘Hayır, ama (görmeme izin ver) ki kalbim tamamen mutmain olsun.’ ‘Öyleyse’ demiÅŸti Allah, ‘Dört kuÅŸ al ve onlara sana itaat etmeyi öğret; sonra onları (etrafındaki) her tepeye ayrı ayrı sal; sonra da çağır: uçarak sana gelecekler. Bil ki Allah her ÅŸeye kadirdir, hikmet sahibidir.’ ”(20)
Bu ayet, güneÅŸin doÄŸudan doÄŸmasıyla kuÅŸların alıştığı yere gitmesi ve insanların Rabb’ine yönelmesi arasında fark olmadığını ifade eder. Nihayet bunların hepsi ölçülü bir duruma iÅŸaret eder ve âdeta şöyle anlam kazanır:
“Ey Ä°brahim! Ölülere nasıl hayat verdiÄŸimizi, tabiattaki ölçülü hâle bakarak anlayabilirsin. Birkaç kuÅŸ aldın, onları besleyerek kendine alıştırdın. Sonra bıraktığın her yerden sana gelmeye baÅŸladılar. Çünkü yiyeceklerinin orada olduÄŸunu öğrendiler. Açlık hissi onları doÄŸal olarak sana çekiyor. Üç-beÅŸ gün onları besleyerek elde ettiÄŸin sonuç bu… Peki, benim size verdiklerime ne diyeceksin; yerden ve gökten bir ömür boyu rızıklandırmama! Ä°nsanın fıtratının yaratıcısına olan ihtiyacını asla unutmamalısın. KiÅŸilikleriniz sapmadan saptırılmadan, doÄŸal seyri içinde bırakılsa benden baÅŸka nereye gideceksiniz! Kim sizi doyuracak, kim sahip çıkacak? Ben sizin Rabb’inizim. Hayat veren de öldüren de sonra tekrar diriltecek olan da benim. (21) O gün geldiÄŸinde bütün kullarıma bana gelin, derim. Hepsi kabirlerinden kalkıp bu sese doÄŸru yönelirler. KuÅŸları sana getiren baÄŸlılık neyse, ölürken de öldükten sonra da kullarımı bana çekip getiren aynı ÅŸeydir. Yaratılış, ilkinde olduÄŸu gibi iÅŸin en kolay tarafı… Asıl önemli olan hayati ihtiyaçları için bana yönelmeleri ve benim rehberliÄŸim olmadan tam olarak düzlüğe çıkamayacaklarına dair yakîn hâsıl etmeleridir. Ölüm ve öldükten sonraki yalnızlık korkuları, onların bu imanın sesini ve beni duymaları için yeterlidir. O hâlde benden baÅŸkasına kulluk etmeyin. Sadece bana yönelin. Sonunda zaten bana döneceksiniz.”
Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde yeryüzünde yaÅŸayan her ÅŸeyin hayat kaynağı Allah’tır. Dirilmek, hayat bulmak, nefes almak onun yaratmasıyla mümkün olur. Tabiatın ölçülerini koyan ve bu ölçüleri olaÄŸanüstü duygu ve düşüncelerle besleyen yine O’dur. Nerede bir his, alışkanlık, kabiliyet veya duygu varsa, orada yaratıcının imzası vardır. Gülmek, aÄŸlamak, sevmek ve kızmak onun verdiÄŸi özelliklerle ortaya çıkar. Bir kuÅŸu sahibine götüren saikleri yaratan da O’dur. Ä°nsan, çevresini saran bunca iÅŸaretten, Allah’ın kendisinin de efendisi olduÄŸunu bulabilmelidir. KiÅŸi, fıtratında rahatlıkla bulabileceÄŸi alışkanlık ve yakınlıkla hemen ona yönelmeyi seçmelidir. Böylece açlık ve korku yok olur. Nemrut gibilerinin elinde sömürülmeye konu olmaz. Çünkü bu doÄŸal iliÅŸkiye karşı çıkanların hiçbiri, güneÅŸi batıdan doÄŸduramaz.
GüneÅŸi batıdan doÄŸuramayanlar kuÅŸları da besleyemezler. Ä°nsanlara bunca nimet verilmesinin asıl sebebi burada bir daha ortaya çıkar. Sadece Allah’a kulluk etmeleri… Ä°nsanlar Allah’tan baÅŸkası tarafından rızıklandıklarını düşündükleri yerde onlara baÄŸlı ve bağımlı kalırlar. Bu nedenle yiyip içip Allah’a şükretmek sadece ona kulluk etmekle aynı ÅŸeydir.
Rızık ve Hayat Verme İlişkisi
Ä°brahim (as)’in kuÅŸlarından sonra gelen ayet, Allah yolunda mallarını harcayanların durumunu tasvir eder ve bu yolda harcamayı hararetle teÅŸvik ederek över. Zaten rızık elde etmek ve şükretmek konusu, surede belli aralıklarla dile getirilen bir husustur. Hatta Allah’a yönelmek yani ona kulluk etmekle rızık edinmek arasında da sıkı bir iliÅŸki kurulmuÅŸtur. Nitekim taÄŸutlar, bu bozulmuÅŸ iliÅŸkiyi kullanırlar ve insanların rızık endiÅŸelerinden yola çıkarak onlara tahakküm edebilecekleri alanlar açarlar. Bu yüzden yukarıda kulluk etmek, şükretmekle anlam olarak örtüştürülmüştür. Yani bu açıdan rızık temini, kulluÄŸun merkezine oturur. Bu konuda hiç kimseden yardım istenmez. (22) Yaratılışın amacı da buna ÅŸahitlik eder. (23) Daha açık bir ifade ile insanların karnının doyması, doÄŸarak kazandıkları bir haktır. Kimsenin bunu suıstimal etmesine izin verilemez.
Nemrut gibi taÄŸutlar, Rableri ile insanların arasını bir ÅŸekilde açarlar. DoÄŸal ve gerçek bulunanı, sun’i ve sanal olanla deÄŸiÅŸtirirler. Hayatta yaratılışa ait izleri siler ve her ÅŸeyi insanın tek başına yaptığını söylerler. Bu yaklaşımda akıllı ve kabiliyetli yöneticiler, yönettikleri halktan daha çok ÅŸeye layık olur ve bir süre sonra ayrıcalıklı hâle gelirler. Nitekim “Cahil halka dair üzerimize düşen bir sorumluluk yoktur.” yaklaşımı da Ehl-i Kitab’a aittir. (24)
Hayatın bütün veçheleri üzerinde Rabb’in yaratıcı müdahaleleri vardır. Buna göre hayat veren de öldüren de O’dur. Güldüren de aÄŸlatan da O’dur. (25) Ä°lerleme ve geliÅŸmenin bütün bilgisini lütfeden de. GüneÅŸi doÄŸudan doÄŸduran yine O’dur. Bunun gibi doÄŸal olan, Ä°brahim (as)’e alışmış kuÅŸların rızık elde etmek için O’na yönelmesidir. Ä°nsanlar da rızık temini için Rablerine yönelirler. O Rabb ki herkese yetecek kadar rızık yaratmıştır. Öyleyse insanlar sahip olduklarını paylaÅŸarak hiç kimsenin rızık endiÅŸesi taşımasına yol vermemelidirler. Bu endiÅŸeye ihtiyacı olan, yani bu korkuyu halkın aleyhine kullanma ihtiyacı duyan sadece taÄŸutlardır. Onların korkuyu itaate dönüştüren tuzaklarından korunmak için infak etmeyi sürekli hâle getirmek gerekir. (26)
GüneÅŸin doÄŸudan doÄŸması ile kuÅŸların Ä°brahim (as)’e gelmesi aynı ÅŸeydir. Bu baÄŸlam, kuÅŸların kesilip parçalanması ile deÄŸil alışkanlıkla yani doÄŸal yollarla ona geldiÄŸini anlamaya yardım eder. Böylece bir yandan kulların Rablerine yönelmelerinin ne kadar doÄŸal bir süreç olduÄŸu/olacağı, diÄŸer yandan bu tecrübenin Ä°brahim (as) dışında da hemen herkes tarafından rahatlıkla yaÅŸanıp anlaşılabileceÄŸi ortaya çıkar. (27)
Surede Ä°brahim (as) ve kuÅŸlar arasındaki iliÅŸki, baÄŸlam ve arka planda yer alan duygusal baÄŸ ile anlaşılabilir. Bu duygu yüklü cevap, kiÅŸinin Rabbine olan ilgisi dikkate alınmadan verilemez. Burada insanın rızkını temin ettiÄŸini bildiÄŸi güce karşı alışkanlığı/yakınlığı dile getirilir. Nitekim bu yönüyle konu, Ä°brahim (as)’in yaÅŸadığı tecrübeyle de paralellik arz eder ve duygu yüklüdür.
Herkesi KuÅŸatan ve Tekrarlanabilen Bir Cevap
Ayet, pek çok kere şu şekilde anlamlandırılır:
“Ä°brahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiÄŸini bana göster, demiÅŸti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. Ä°brahim: Hayır! Ä°nandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuÅŸ yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koÅŸarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.” (28)
Bu ÅŸekilde kuÅŸların kesilip parçalanması ve tekrar birleÅŸtirilmesi hâlinde Ä°brahim (as) gibi aynı zihni tatmini yaÅŸamak isteyenler açısından olayın tekrarı mümkün gözükmemektedir. Bu anlam verildiÄŸinde ayet, ilk bakışta tek kiÅŸilik bir tecrübeye iÅŸaret eder. Yani pek çok tefsirde yapıldığı gibi bu olayın herkes tarafından anlaşılabilirliÄŸi ihmal edilerek olaÄŸanüstü biçimde –kes, parçala, koy daÄŸ baÅŸlarına çağır gelsinler- ÅŸeklinde gerçekleÅŸmesi durumunda olay, sadece Ä°brahim (as)’in bir defalık yaÅŸadığı bir tecrübe olarak kalır ve mesaj yönünü kaybeder. Hedeflenen cevap, bir kiÅŸinin tatminine yönelik olunca da, evrenselliÄŸin tekrarlanabilirlik yönü yok olur. Cevabın tek kiÅŸilik bir tecrübeye deÄŸinmesi hâlinde “Ölüleri nasıl diriltiyorsun?” sorusuna verilecek cevabın evrensel bir ilkeye dönüşmesi nasıl mümkün olabilir? (29)
Ä°ster Kur’an’ın konu seçiciliÄŸini, isterseniz evrensel amaç hedeflemesini dikkate alın; söz konusu olayın benzer tatminsizliÄŸi yaÅŸayanlar için de bir örnek oluÅŸturması gerekir. Olayın gerçekleÅŸme seyri, sonuç olarak varsaydığımız “Evet tatmin oldum.” cevabından hareketle, anlamın herkes tarafından içselleÅŸtirilebilecek objektif bir yönü olması gerektiÄŸini gösterir. (30) Anlatımı mucizeyle izah eden bu olaÄŸan dışı yaklaşım tarzı, inanmak istemeyenlerin üslubuna yakın durur. Ãœstelik müşriklerin bu türden mucizeler talep ettikleri ve samimi olmadıkları ve Kur’an anlatımında bu türden soruların verilecek cevapların büyülü addedileceÄŸinden olsa gerek genellikle yanıtlanmadığı da bellidir. Bir inanan olarak Ä°brahim (as)’in sorusunun sadece anlamaya yönelik ve kendisinden sonra gelenler için örnek olması gerektiÄŸi düşünüldüğünde, olası cevabı bu yönde ve doÄŸru kavramaya çalışmak gerekir.
Ä°brahim (as), kuÅŸları kendine alıştırır. DaÄŸ baÅŸlarına koyar. Ve kuÅŸlar, alışık oldukları yere, yani Ä°brahim (as)’in yanına geri döner. KuÅŸları geri döndüren ÅŸey, onların “alışkanlık” ve “ait olma” hissidir ki bu görünen fizikî âlem dışında ÅŸekillenen bir artı deÄŸerdir. Bu durumda, Ä°brahim (as)’in –bizim gibi- sorması gereken tek sorusu kalır: “Bu deÄŸer atfının nereden geldiÄŸi?” KuÅŸları kendisine ne getirdiyse onu da Rabbi’ne aynı ÅŸey götürecektir. O ÅŸey, insanın niçin diriltilmesi gerektiÄŸine cevaptır. Ä°brahim (as), kuÅŸları besledi, büyüttü, sahiplendi, kendisine alıştırdı. KuÅŸlar da rızıklandıkları bu yere ait olma hissiyle, alışık oldukları ÅŸekilde dönüp geldiler. Tekrar beslenmek için. Yeniden sevilmek için. O narin bedenlerini korkmadan kendilerinden yüz kat büyük bir insana teslim edercesine. Yeniden güvenmek adına… Ä°nsan da kendisini rızıklandıran Rabb’ine bir teÅŸekkür etmek bir de yaptıklarının karşılığını görmek için tekrar dönmek ister. Ä°yi insanların ait oldukları yer; tam adaletin, saf iyiliÄŸin ve pür güzelliÄŸin yanıdır. Ä°manın mükâfata dönüştüğü yer. Bu da Rabb’inin katıdır. O daha önceden cömert Rabb’inin ikramlarına alışmıştır. Zaten ilk defa yaratanın, bir daha yaratabileceÄŸini bilir. Tekrar rızıklanmak için. Yeniden sevilmek için. Alışık olduÄŸu gibi… O narin bedenini, güvenle çok güçlü bir Ä°lah’a teslim edercesine… (31)
Yeryüzündekiler onları besleyip doyuran Rablerine yönelmekte tereddüt etmezler. İkinci dirilme ânı, korkunun bütün maskeleri düşürdüğü ve ruhun çıplaklıkta insan bedenine eşlik ettiği bir andır. (32) Böylece kişi, fıtratında yer alan ve sahibini arayan sesi hiç zorluk çekmeden duyacak ve belki affedilirim ümidiyle ona doğru koşacaktır. Çünkü af, o gün insanı doyurabilecek en önemli rızıklardan biridir.
Sonuçta “Ölüleri nasıl diriltiyorsun?” sorusu; biri, “Onları ben doyuruyorum.” diÄŸeri de “Zaten bana alışıklar.” cevabıyla karşılanır. (33) Ä°lk olarak ölülerin diriltilmesiyle, canlıların beslenmesi arasında ortak bir yön vardır. Bu cevap herkesin bildiÄŸi gibi ilk defa yaratanın ikinci bir defa daha yaratabileceÄŸini ve daha fazlasını anlatır. Zira duygu yüklüdür. Diriltmek yani hayat vermek de bir nevi rızıktır. KiÅŸi bütün özellikleriyle her zaman rızkını bulacağı yere yönelir. Dolayısıyla Rabbiyle bu derece hayati bir iliÅŸki kurmuÅŸ bir canlı için baÅŸka bir alternatif kalmaz. Ä°brahim (as)’in güneÅŸin doÄŸudan doÄŸması gibi açık ve net bir ÅŸekilde herkese anlatabileceÄŸi ve tatmin olacağı cevap budur. Ä°nsanın Rabbiyle olan duygusal bağı sanıldığının aksine çok güçlüdür. Ä°nsanın Rabbine duyduÄŸu ihtiyaç baÅŸka hiçbir ÅŸeyle mukayese edilemez. Bu yüzden kiÅŸinin kibirden sıyrılıp sadece bir kere ona yönelmeyi seçmesi, aktif ve açıkça hissedilebilir bir iliÅŸki için yeterli olacaktır. (34) Zira ancak dirilmeyen ölüler ondan bigâne kalabilir. Ä°kinci olarak ölüm anının zorluÄŸu, fıtratı örten her ne varsa onu alaÅŸağı eder. Rabbine olan yakınlık su üstüne çıkar ve kiÅŸi yaratılışta taşıdığı özelliklerle baÅŸ baÅŸa kalır. (35) Bu durumun kiÅŸiye artık faydası yoktur. Ama ruhun bedenin arzularından sıyrılmış bu hâli, çaÄŸrıldığında koÅŸa koÅŸa gelen bir kuÅŸ hassasiyetine bürünür. (36)
Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. Bu yazıda ana metin olarak M. Esed’in Meali kullanılmıştır.
2. “Elçi ve O’nunla birlikte olan müminler, Rabbi tarafından o’na indirilene inanırlar: Hepsi, Allah’a, meleklerine, vahiylerine ve elçilerine inanırlar; O’nun elçilerinden hiçbiri arasında ayrım yapmazlar ve: ‘Ä°ÅŸittik ve itaat ettik. Bize maÄŸfiret et ey Rabbimiz, zira bütün yolculukların varış yeri Sensin!’ derler. ‘Allah hiç kimseye taşıyabileceÄŸinden daha fazlasını yüklemez: KiÅŸinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine.’ ‘Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediÄŸin gibi bize de ağır yükler yükleme! Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceÄŸimiz yükleri bize taşıtma! Ve günahlarımızı affet, bizi bağışla ve rahmetini yaÄŸdır üstümüze! Sen Yüce Mevlamızsın, hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et!’ ” (Bakara suresi, 285, 286. ayetler. M. Esed Meali).
3. Bakara suresi, 286. ayet. (M. Esed Meali)
4. Leyl suresinin 6. ayeti, doğru/güzel olanın tasdik edilmesinden 9. ayeti ise yalanlanmasından söz eder. Bu anlamda içeriği dikkate alındığında son elçinin tebliğ ettiklerinin vahyin önceki mensupları tarafından kabul edilmesi gerekirdi.
5. Bakara suresi, 171. ayet.
6. Zira bilindiği gibi İbrahim (as), vahyin bütün izleyicileri tarafından paylaşılamayan çok önemli biridir. (Bknz: Bakara suresi, 140. ayet.)
7. Bakara suresi, 172. ayet. (M. Esed Meali); Bu ayetin farklı meallerdeki karşılığı ÅŸu ÅŸekildedir: “Ey inananlar, size verdiÄŸimiz rızıkların iyilerinden yeyin, Allah’a tapıyorsanız, O’na şükredin.” (S. AteÅŸ Meali); “Ey îman edenler, size rızk olarak verdiÄŸimiz ÅŸeylerin (maddeten ve manen) en temiz olanlarından yeyin, Allaha şükredin, eÄŸer (hakıykaten) ona kulluk ediyorsanız.” (H. B. Çantay Meali); “Ey iman edenler! Size verdiÄŸimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin, eÄŸer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (Diyânet Vakfı Meali).
8. Bakara suresi, 213. ayet.
9. Bakara suresi, 249. ayet.
10. Bu ayetin Medine’de Ä°slam devletinin güçlü olduÄŸu bir dönemde inen bir surede olması dikkat çekicidir. TaÄŸut, son peygambere ve vahyin ortaya koyduÄŸu gerçeklere karşı gelen bütün ÅŸeytani odakları simgeler. Burada gerek hakikati teslim etmeyen Ehl-Kitap, gerekse onları hâlâ kendileri için bir kurtuluÅŸ olarak gören kiÅŸileri niteler.
11. Nemrut Kur’an’da isim olarak geçmez ama herkes onun ilgili kiÅŸi olduÄŸunu bilir.
12. Bakara suresinde yer verilen önemli hususlardan biri de cansız iken hayat veren, öldükten sonra tekrar hayata kavuÅŸturan ve sonunda kendisine döndürüldüğümüz Allah’ın asla inkâr edilemeyeceÄŸidir. Allah dilemedikçe insanlar onun ilminden hiçbir ÅŸey edinemez, hiçbir ÅŸey kavrayamazlar. Dünya üzerinde ne varsa hepsini insan için yaratan odur ve her ÅŸeyin tam bilgisine sahiptir. Allah’ın her ÅŸeyin bilgisine sahip olduÄŸunu kabul etmek insan için biri hesap vermeyi diÄŸeri ise ortaya çıkan, meydana gelen her ÅŸeyin onun bilgisinden kaynaklandığını düşünmeyi gerektirir. Bu nedenle teknik veya teknolojik bütün veri ve ürünler, Allah’ın ilminden insana lütfettiÄŸi birer ikram olarak görülmelidir ki hayatı bu ÅŸekilde okumanın kiÅŸinin kendisine ve baÅŸkalarına zarar verecek iÅŸlerden uzak durmasına yol açacağı aÅŸikârdır.
13. “Sırf Allah kendisine hükümdarlık bağışladığı için Ä°brahim ile Rabbi hakkında münakaÅŸa eden o (hükümdar)dan haberin yok mu? Hani Ä°brahim: ‘Rabbim hayat veren ve ölüm dağıtandır!’ demiÅŸti. Hükümdar cevap vermiÅŸti: ‘Ben (de) hayat verir ve ölüm dağıtırım!’ Ä°brahim: ‘Allah güneÅŸi doÄŸudan doÄŸdurur; öyleyse sen de batıdan doÄŸdur!’ demiÅŸti. Bunun üzerine, hakikati inkâra ÅŸartlanmış olan o kiÅŸi hayretler içinde kaldı: Allah (bile bile) zulüm iÅŸleyen toplumu hidayete erdirmez.” (Bakara suresi, 258. ayet. M. Esed Meali)
14. Bakara suresi, 259. ayet. (M. Esed Meali)
15. Elde edilen nimetlerin birer lütuf olduÄŸu hususunda ÅŸu ayet de hatırlanmalıdır: “(Buna karşılık) vahiyle bilgilendirilmiÅŸ olan kiÅŸi: ‘Bana kalırsa’ dedi, ‘ben onu, göz açıp kapayıncaya kadar sana getireceÄŸim!’ Ve onu gerçekten önünde görünce, ‘Benim şükür mü edeceÄŸim yoksa nankörlük mü göstereceÄŸim konusunda beni denemek üzere Rabbimin bahÅŸettiÄŸi lütf(un bir belirtisi,) bu! Bununla birlikte (Allah’a) şükreden kiÅŸi, yalnızca kendi iyiliÄŸi için şükretmiÅŸ olur; nankörlük yapan kiÅŸi ise, (bilsin ki,) Rabbim hem sınırsız cömert hem de mutlak manada kendine yeterlidir!’ ” (Neml suresi, 40.ayet. M. Esed Meali)
16. Bu konuda ÅŸu ayet de hatırlanmalıdır: “Yeri sizin için bir beÅŸik yapan ve üzerinde (geçiminizi kazanma) yolları var eden O’dur; umulur ki doÄŸru yolu (seçer ve onu) izlersiniz. O’dur gökten gerekli miktarda suyu tekrar tekrar indiren; iÅŸte, Biz (nasıl) onunla ölü topraÄŸa hayat veriyorsak, siz de böyle (öldükten sonra) yeniden sahneye çıkarılacaksınız. Ve O bütün karşıtları (da) yaratandır. O’dur bütün gemileri ve hayvanları binmeniz için sizin hizmetinize veren; böyle yapar ki onlara hükmedesiniz ve ne zaman onlardan yararlanırsanız Rabbinizin nimetlerini hatırlayıp ‘(Bütün) bunları bizim hizmetimize veren O ne yücedir, çünkü (O olmasaydı) biz bunu elde edemezdik; o halde biz mutlaka O’na döneceÄŸiz!’ diyesiniz.” (Zuhruf suresi, 10-14. Ayetler. M. Esed Meali)
17. Ayete’l-Kürsi diye bilinen ayetin bilgiye yaptığı atıf, burada hatırlanmalıdır.
18. Ä°brahim (as) ve Nemrut’un bu tartışmasını sonuçları açısından deÄŸerlendirmek de olayı doÄŸru anlamaya yardım eder. Nemrut’un dediÄŸi gibi bütün insiyatif beÅŸeri düşüncenin kendi hevasına göre ÅŸekillendiÄŸinde hayatın birileri için nimet, diÄŸerleri için nasıl zahmete dönüştüğü rahatlıkla görülebilir. Oysa Ä°brahim (as)’in dediÄŸi gibi yaratan Allah ise emreden de O olmalıdır. (A’raf suresi, 54. ayet.) O’nun emretmesi demek adil, eÅŸit ve özgür bir dünyada bütün ayrıcalıkların yok olması demektir. Dolayısıyla bu tartışmanın odak noktası, hayatın kimler elinde nasıl ÅŸekilleneceÄŸidir. Nemrut, Allah dediÄŸi takdirde bu anlamda neyle karşılaÅŸacağını pek iyi bilmektedir.
19. Nemrut’un ‘Hayat veren de öldüren de benim.’ demesi, insanlar benim için yaÅŸar ve gerektiÄŸinde benim için ölürler, anlamına da gelebilir. Bu yaklaşım da hayatın merkezine kendisini koymasıdır ki buna ÅŸirk denir. Çünkü insan sadece Allah için yaÅŸar ve ölür. Yani yaÅŸam ve ölümü anlamlı/deÄŸerli kılan yalnızca O’nun belirlediÄŸi ölçülerdir. Bu anlamda insanın hayatının merkezine oturabilecek tek varlık Rabb’idir.
20. Bakara suresi, 260. ayet. (M. Esed Meali)
21. Bu hususta ÅŸu ayet hatırlanmalıdır: “Sen (yine) onlardan uzak dur. ÇaÄŸrı Sesinin, (insanı) aklın tasavvur edemeyeceÄŸi bir ÅŸeye çağıracağı Gün, onlar kederli gözlerle, (rüzgârın) dağıtıp savurduÄŸu çekirgeler gibi mezarlarından kalkacaklar, ÇaÄŸrı sesine doÄŸru ÅŸaÅŸkınlık içinde koÅŸacaklar (ve ÅŸimdi) hakikati inkâr edenler: ‘Bu ne felaket bir Gün’dür!’ diye haykıracaklar.” (Kamer suresi, 6-8. ayetler. M. Esed Meali).
22. Fâtiha suresi, 5. ayet.
23. “Ve (onlara söyle!) Görünmez varlıkları ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım. (Ama dikkat edin,) Ben onlardan ne bir rızık istiyorum ne de Beni gözetip beslemelerini.” (Zâriyat suresi, 56, 57. ayetler. M. Esed Meali)
24. Âl-i İmran suresi, 75. ayet.
25. Necm suresi, 43, 44. ayetler.
26. Burada yukarıda sözü edilen ÅŸu ayet tekrar hatırlanmak zorundadır: “Ey imana ermiÅŸ olanlar! Size rızk olarak saÄŸladığımız iyi ÅŸeylerden nasiplenin ve Allah’a şükredin, eÄŸer gerçekten O’na kulluk ediyorsanız.” (Bakara suresi, 172. ayet. M. Esed Meali); Çünkü devam eden ayetler âdeta bunun tefsiri/açıklaması mahiyetindedir.
27. “(Ve) o zaman beyaz elbiseliler, ‘Ey Ä°sa, ey Meryem’in oÄŸlu!’ dediler, ‘Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir miydi?’ (Ä°sa) cevap verdi: ‘Allah’a karşı sorumluluÄŸunuzun bilincinde olun, eÄŸer (gerçek) müminler iseniz!’ Onlar, ‘Biz ondan nasiplenmek isteriz ki kalplerimiz sükûnete ulaÅŸsın, bize hakikati söylediÄŸini bilelim ve biz ona ÅŸahitlik yapanlardan olalım!’ dediler. Ä°sa, Meryem’in oÄŸlu, ‘Ey Allahım, ey Rabbimiz!’ dedi, ‘Gökten bize bir sofra gönder: o, bizim için ilkimizden sonuncumuza kadar sürekli tekrarlanan bir ziyafet ve senden bir iÅŸaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver, zira Sen rızık verenlerin en iyisisin!’ Allah, ‘Şüphe yok ki’ dedi, ‘Ben onu size (her zaman) gönderirim. Ve bu ÅŸekilde, hanginiz bundan sonra (bu) hakikati inkâr ederse, bilin ki onu bu dünyada benzerine (daha) hiç kimseyi çarptırmadığım bir azaba çarptıracağım!’ ” (Mâide suresi, 112-115. ayetler. M. Esed Meali); Bu ayetler, güya mümin bir topluluÄŸun Allah’tan istediÄŸi tek mucize örneÄŸini gösterir. BilindiÄŸi gibi bütün mucize talepleri kâfir ve müşriklerden gelmiÅŸ ve hiçbir iÅŸe yaramamıştır. Aynı zamanda bu talepler imana dönüşmediÄŸinde sonunda muhataplarının helakiyle sonuçlanmıştır. Ä°sa (as) önce onları uyarır. BaÅŸa çıkamayınca olayı bayram günü yapmak hususunda yumuÅŸatmaya çalışır. Fakat Allah öyle ağır bir cevap verir ki muhtemelen havariler, bu taleplerinden vaz geçmiÅŸ olmalıdırlar. Yani olayın bundan sonrası Kur’an’da anlatılmaz. Sofranın inip inmediÄŸi belli deÄŸildir. Fakat gerek Allah’ın ortaya koyduÄŸu ÅŸart gerekse Ä°sa’nın bundan sonraki hayatı, sofranın indirilmesinden vaz geçildiÄŸini anlatır, gibidir. Ä°brahim (as)’in mutmain olma talebi bu yaklaşımdan farklıdır. O mucize istememektedir. Onun isteÄŸini mucize olmaktan çıkaran birinci ÅŸey, bu hususun Nemrut’a verilen cevabın açılımı olmasında yatar. Ä°kincisi bizzat verilen cevabın kendisidir. Cevap, herkesin anlayabileceÄŸi ÅŸekilde gelince bunun mucize ile bir ilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.
28. Bakara suresi, 260. ayet (Diyânet Vakfı Meali)
29. Ä°brahim (as)’in sorusu, daha ziyade öldükten sonra diriltilmeyi baÅŸkalarına nasıl anlatabileceÄŸi ile ilgilidir. Bu anlamda o kendi mutmain olduÄŸunda diÄŸer insanları da ikna edebileceÄŸini bilir. Çünkü tebliÄŸinde O’nu zora sokan asıl konu budur. Bu nedenle cevap, tebliÄŸinde kullanabileceÄŸi türden verilir. Yani sadece kendisinin ÅŸahit olmasıyla yetinilen ve tekrarı olmayan bir cevap verilmez. Cevabın baÅŸkalarına da anlatılabilir olması önemlidir.
30. Bu anlamda cevabın nasıllığı biyolojik bir açı da içermemelidir. Cevap, ölülerin nasıl diriltildiÄŸine dair fizikî ya da biyolojik açıklamalar içerseydi, anlaşılmaz olurdu. BaÅŸka bir açıdan bu soru bugün sorulmuÅŸ olsaydı bile –ki buna herkesin hakkı vardır- alınan cevap yine bu ÅŸekilde laboratuvar içerikli olmazdı. Ãœstelik böyle kurgulanacak bir cevabın ilk muhataplarınca anlaşılması da mümkün deÄŸildir.
31. Ä°nsanın “adalet” beklentisi, ahiretin varlığının delillerinden sayılır. Görünen maddi âlemin dışında, varlığı hissedilen farklı bir manadır bu. Buna vicdanın sesi de denilebilir. KiÅŸinin yapıp-ettiklerinin karşılığını görememenin ümitsizliÄŸini yok edip oluÅŸması muhtemel bir umursamazlığı tamire yönelik bir teÅŸebbüstür aynı zamanda. Bir nevi hesap mantığıdır. Ve ÅŸu ayetle anlam bulur: “Hepiniz topluca O’na döneceksiniz: bu Allah’ın, gerçekleÅŸmesi kaçınılmaz olan sözüdür, çünkü O (insanı) bir kere yarattıktan sonra buna sonuna kadar devam ediyor ki, imana eriÅŸip iyi ve yararlı iÅŸler, eylemler ortaya koyanları adaletle ödüllendirsin. Hakkı inkâra yeltenenleri ise, hakkı inat ve ısrarla reddetmelerinden ötürü yakıcı bir umutsuzluk içkisi ve can yakıcı bir azap beklemektedir.” (Yunus suresi, 4. ayet. M. Esed Meali)
32. Dikkat edilirse Ä°brahim (as)’in sorusu yeniden dirilmeyle, yani ikinci yaratılışla ilgilidir ki bu da öldükten ve kıyâmet koptuktan sonra gerçekleÅŸir.
33. Ä°brahim (as)’in ‘Ey Rabbim! Ölüye nasıl hayat verdiÄŸini bana göster!’ifadesi, “Ben insanlara ikinci yaratılışı nasıl anlatabilirim?” anlamındadır. Yani, O, insanların nasıl yaratıldığını bilirse, onlara öldükten sonra tekrar yaratılıp hesaba çekileceklerini ve bu nedenle sorumluluk üstlenmelerinin gereÄŸini/önemini de anlatabilecektir. O, Nemrut’a “Allah güneÅŸi doÄŸudan doÄŸdurur; öyleyse sen de batıdan doÄŸdur bakalım!” dediÄŸinde âlemde bulunan ölçülü hâlin mutlaka bir yaratıcı ve düzenleyicinin elinden çıkması gerektiÄŸini anlatmaya çalışmaktadır. “Bu yaklaşım “Âlemde mevcut düzenin bir yaratıcıya iÅŸaret ettiÄŸini görmüyor musun?” demektir. Elbette Allah’ın âlemde yarattığı ölçü ve özellikle bu ilk yaratılış, O’nun tekrar yaratabileceÄŸinin de delilidir. Bu mana da , ‘GüneÅŸi doÄŸudan doÄŸduran Rabb’in gücü, ikinci bir yaratılışla senden hesap sormaya da yeter.’ anlamına gelir. Fakat Nemrut kendisini aciz bırakan sorudan yola çıkarak malum cevapları bulamamış ya da anlamasına raÄŸmen inatla hakikatten yüz çevirmiÅŸtir. Bu sefer Ä°brahim (as), Rabb’inden insanlara ahireti, ikinci yaratılışı anlatabileceÄŸi daha açık bir örnek istemiÅŸtir. Ä°ÅŸte kendisine alıştırdığı kuÅŸların O’na geri gelmesi, bu tekrar yaratılışın bir açılımıdır. O’nun kuÅŸlarla kurduÄŸu bağın yüzlerce katı Allah ile kulları arasında mevcuttur. Ä°ster duygusal açıdan isterse maddi yönlerden ele alınsın Rabb’in yarattığı kullarıyla arasında var olan iliÅŸkinin doÄŸal uzantısı, kullarının O’na ihtiyaçları bulunduÄŸuna dairdir. Gökten ve yerden verdiÄŸi rızıklarla onları doyuran ve yaÅŸatan O’dur. O hâlde O çağırınca ona doÄŸru yönelmelerinden daha doÄŸal bir ÅŸey olamaz. Dünyada bu çaÄŸrıya cevap vermeyenler ahirette buna mecbur bırakılacaklardır.
34. Sözün gücü de buna delâlet eder. Bir kere samimi bir ÅŸekilde O’na yaklaÅŸmak için sadece bir adım atmak, misilleme görmek adına, yeterli bir teÅŸebbüstür.
35. Ä°nsanların bazıları, dinlerini oyun ve eÄŸlence hâline getirir. Onlar, belli kutlamalar ve gösteriler eÅŸliÄŸinde tatmin olmaktan öteye gitmeyen bir din edinirler. Adalet, özgürlük, eÅŸitlik, yetim yoksul gibi zulme konu olan hususlarla ilgilenmez ve kendileri dışındaki insanların sorunlarını görmezler. Bu insanlar, oyun oynamayı ve eÄŸlenmeyi, yani tatmin olup huzur peÅŸinde koÅŸmayı dinleri, yani gittikleri yolları hâline getirmiÅŸlerdir. (En’am suresi, 70. ayet.) Onlardan Allah dışında veya yanısıra zarar ve fayda verebileceÄŸine inandıkları ÅŸeylerden uzaklaÅŸmaları istenir. Çünkü hayatın zevkleri peÅŸinde körü körüne koÅŸmaları, onların pek çok put edinmesine, yani önünde boyun eÄŸmek zorunda kaldıklarını düşündükleri pek çok güç gösterisine yol açmaktadır. Oysa Allah’ın dışında onları barış ve huzura götürebilecek gerçek bir rehberlik yoktur. Bu konudaki ayetler ÅŸu ÅŸekildedir: “De ki: ‘Biz, Allah’ın yerine bize ne faydası dokunan ne de zarar verebilen ÅŸeylere mi yalvaralım? Ve Allah bizi doÄŸru yola ilettikten sonra topuklarımızın üzerinde gerisin geri mi dönelim? Tıpkı kendisini doÄŸru yola çağıran arkadaÅŸları (uzaktan) ‘Bizimle gel!’ diye seslendikleri halde ÅŸeytanların ayartmasına kapılıp dünyevi zevkler peÅŸinde körü körüne koÅŸturan kimse gibi (mi olalım?)’ De ki: ‘Şüphe yok ki Allah’ın rehberliÄŸi, yegâne rehberliktir ve biz, kendimizi bütün âlemlerin Rabbine teslim etmekle emrolunduk, namazlarımızda dikkatli ve devamlı olmakla ve kendimizi Ona karşı sorumluluk bilinci içinde tutmakla: Çünkü hepimiz sonunda Onun huzurunda toplanacağız.’ ” (En’am suresi, 71, 72. M. Esed Meali); Buna göre bu insanların dünyada ve ahirette, her ÅŸeyin Allah’ın hükmüne göre sonuçlanacağını anlamaları gerekir. Ardından gelen “Odur gökleri ve yeri (deruni) bir hakikate göre yaratmış olan. O ne zaman ‘Ol!’ dese emri derhal yerine gelir ve (mahÅŸer) borusu çalındığı Gün hükümranlık yine O’nun olacaktır. O, yaratılmışların idraklerini aÅŸan ÅŸeyleri de, onların duyuları veya akılları ile kavrayabileceklerini de bilir: yalnızca O’dur gerçek hikmet sahibi, her ÅŸeyden haberdar olan.” (En’am suresi, 73. ayet. M. Esed Meali) ayeti, Allah’ın sözünün belli bir amaç doÄŸrultusunda, hikmetle ve mutlaka gerçekleÅŸen bir gerçek olduÄŸunu ifade eder. Önceki ayetler, gücü tamamen Allah’a ait kılar. Sonra gelen ayetler ise Ä°brahim (as)’in babasına ve kavmine cesaretle karşı çıkmasını dile getirir. “Ve bir zaman Ä°brahim babası Azer’e (şöyle) demiÅŸti: ‘Sen putları ilah mı ediniyorsun? Görüyorum ki sen ve halkın açık bir sapıklık içindesiniz!’ Böylece Biz Ä°brahim’e, (Allah’ın) gökler ve yer üzerindeki güçlü hükümranlığı ile ilgili (ilk) kavrayışı kazandırdık ki kalben mutmain olan kimselerden olsun.” (En’am suresi, 74, 75. ayetler. M. Esed Meali); Anlaşılan, göklerin ve yerin melekûtu denilen ÅŸey, Allah’ın sözünün mutlaka gerçekleÅŸeceÄŸine dair imandır. Yakîn kazanmak, bunu gözlemlemekle gerçekleÅŸir. Nitekim devam eden ayetlerde Ä°brahim (as), putların ilah olamayacağı ile ilgili bir ironide bulunur ve onları kırar. Böylece kavmine ders verir. Bu ders, putların bir gücünün olmayacağına dairdir. Sonunda ÅŸu ayetler olaya açıklık kazandırırlar: “Ve (sonra) halkı onunla tartışmaya girdi. (Bunun üzerine) onlara: ‘Beni doÄŸru yola ileten O iken benimle Allah hakkında hala tartışıyor musunuz? Ama Ondan baÅŸka ilahlık yakıştırdığınız hiçbir ÅŸeyden korkmuyorum, (zira hiçbir kötülük bana dokunmaz) Rabbim dilemedikçe. Rabbim her ÅŸeyi bilgisi ile kuÅŸatır; peki bunu hiç düşünmüyor musunuz?’ Allah’tan baÅŸka taptıklarınızdan neden korkayım, Allah size yüce katından hakkında hiçbir ÅŸey indirmemiÅŸken Ondan baÅŸka varlıklara ilahlık yakıştırmaktan korkmuyorsanız? O hâlde (söyleyin bana,) eÄŸer (cevabını) biliyorsanız: Ä°ki taraftan hangisi kendini daha emin hissedebilir?” (En’am suresi, 80, 81. ayetler. M. Esed Meali.); Görüldüğü gibi Ä°brahim (as) Rabb’inin sözünün gücünü görmüş, mutlaka gerçekleÅŸeceÄŸini ve kendisini asla terk etmeyeceÄŸini anlamış ve bu ÅŸekilde onlardan korkmadığını göstermiÅŸtir. Ä°ÅŸte Rabbin her ÅŸeyi bilgisi ile kuÅŸatması, gücün sadece Allah’a ait olduÄŸunu vurgular. Ä°brahim (as)’in kuÅŸları da bu güce iÅŸaret ederler. Rabb’in yaratması ve emretmesindeki güce.
36. Ä°brahim (as)’in sorusu ve ona verilen cevabın evrensel karşılığı, burada anlatılandan farklı da olabilir. Asıl olan, kiÅŸinin yeniden yaratılışla dirilmesinin gerekçesini oluÅŸturabilmesidir. Önemli olan, bu ve benzeri soruları sorabilecek bir gerçek arayışı içinde olmaktır. Bu arayışlar çoÄŸu zaman iyi sonuçlar vermiÅŸtir. Niçin tekrar yaratılması gerektiÄŸini anlayanlar, nasıl yaratılacağı ile ilgili olarak Ä°brahim (as)’e ait tecrübeyi kendileri için farklı ÅŸekillerde cevaplara dönüştürebilirler. Yeter ki içinde bulundukları tarihsel zemini, evrensel olanla iliÅŸkilendirmek adına bir adım atsınlar.
Henüz yorum yapılmamış.